Sizin En Hayırlınız Kur'ân-ı
Öğrenen ve Öğreteninizdir. (Hadis)
Kur'an-ı Kerim

Geri Dön

Müddessir Suresi Diyanet İşleri Başkanlığı Meali (Müddessir Sûresî)

يَا أَيُّهَا الْمُدَّثِّرُ. (١)

1-) Ey örtünüp bürünen (Peygamber!)

قُمْ فَأَنْذِرْ. (٢)

2-) Kalk da uyar.

وَرَبَّكَ فَكَبِّرْ. (٣)

3-) Rabbini yücelt.

وَثِيَابَكَ فَطَهِّرْ. (٤)

4-) Nefsini arındır.

وَالرُّجْزَ فَاهْجُرْ. (٥)

5-) Şirkten uzak dur.

وَلَا تَمْنُنْ تَسْتَكْثِرُ. (٦)

6-) İyiliği, daha fazlasını bekleyerek (bir kazanç elde etmek için) yapma.

وَلِرَبِّكَ فَاصْبِرْ. (٧)

7-) Rabbinin rızasına ermek için sabret.

فَإِذَا نُقِرَ فِي النَّاقُورِ. (٨)

8-) Sûr'a üfürüldüğü zaman var ya; işte o gün çetin bir gündür.

فَذَلِكَ يَوْمَئِذٍ يَوْمٌ عَسِيرٌ. (٩)

9-) Sûr'a üfürüldüğü zaman var ya; işte o gün çetin bir gündür.

عَلَى الْكَافِرِينَ غَيْرُ يَسِيرٍ. (١٠)

10-) Kâfirler için hiç kolay değildir.

ذَرْنِي وَمَنْ خَلَقْتُ وَحِيدًا. (١١)

11-) Beni, yarattığım kişiyle baş başa bırak.

وَجَعَلْتُ لَهُ مَالًا مَمْدُودًا. (١٢)

12-) Ona bol mal ve gözü önünde duran oğullar verdim.

وَبَنِينَ شُهُودًا. (١٣)

13-) Ona bol mal ve gözü önünde duran oğullar verdim.

وَمَهَّدْتُ لَهُ تَمْهِيدًا. (١٤)

14-) Kendisine alabildiğine imkânlar sağladım.

ثُمَّ يَطْمَعُ أَنْ أَزِيدَ. (١٥)

15-) Sonra da o hırsla daha da artırmamı umar.

كَلَّا إِنَّهُ كَانَ لِآيَاتِنَا عَنِيدًا. (١٦)

16-) Hayır, umduğu gibi olmayacak. Çünkü o, bizim âyetlerimize karşı inatçıdır.

سَأُرْهِقُهُ صَعُودًا. (١٧)

17-) Ben onu dimdik bir yokuşa sardıracağım.

إِنَّهُ فَكَّرَ وَقَدَّرَ. (١٨)

18-) Çünkü o, düşündü taşındı, ölçtü biçti.

فَقُتِلَ كَيْفَ قَدَّرَ. (١٩)

19-) Kahrolası nasıl da ölçtü biçti!

ثُمَّ قُتِلَ كَيْفَ قَدَّرَ. (٢٠)

20-) Yine kahrolası, nasıl ölçtü biçti!

ثُمَّ نَظَرَ. (٢١)

21-) Sonra (Kur'an hakkında) derin derin düşündü.

ثُمَّ عَبَسَ وَبَسَرَ. (٢٢)

22-) Sonra yüzünü ekşitti, kaşlarını çattı.

ثُمَّ أَدْبَرَ وَاسْتَكْبَرَ. (٢٣)

23-) Sonra arkasını döndü ve büyüklük taslayıp şöyle dedi: "Bu, ancak nakledilegelen bir sihirdir."

فَقَالَ إِنْ هَذَا إِلَّا سِحْرٌ يُؤْثَرُ. (٢٤)

24-) Sonra arkasını döndü ve büyüklük taslayıp şöyle dedi: "Bu, ancak nakledilegelen bir sihirdir."

إِنْ هَذَا إِلَّا قَوْلُ الْبَشَرِ. (٢٥)

25-) "Bu, ancak insan sözüdür."

سَأُصْلِيهِ سَقَرَ. (٢٦)

26-) Ben onu "Sekar"a (cehenneme) sokacağım.

وَمَا أَدْرَاكَ مَا سَقَرُ. (٢٧)

27-) Sekar'ın ne olduğunu sen ne bileceksin?

لَا تُبْقِي وَلَا تَذَرُ. (٢٨)

28-) Geride bir şey koymaz, bırakmaz.

لَوَّاحَةٌ لِلْبَشَرِ. (٢٩)

29-) Derileri kavurur.

عَلَيْهَا تِسْعَةَ عَشَرَ. (٣٠)

30-) Üzerinde on dokuz (görevli melek) vardır.

وَمَا جَعَلْنَا أَصْحَابَ النَّارِ إِلَّا مَلَائِكَةً وَمَا جَعَلْنَا عِدَّتَهُمْ إِلَّا فِتْنَةً لِلَّذِينَ كَفَرُوا لِيَسْتَيْقِنَ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ وَيَزْدَادَ الَّذِينَ آمَنُوا إِيمَانًا وَلَا يَرْتَابَ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ وَالْمُؤْمِنُونَ وَلِيَقُولَ الَّذِينَ فِي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ وَالْكَافِرُونَ مَاذَا أَرَادَ اللَّهُ بِهَذَا مَثَلًا كَذَلِكَ يُضِلُّ اللَّهُ مَنْ يَشَاءُ وَيَهْدِي مَنْ يَشَاءُ وَمَا يَعْلَمُ جُنُودَ رَبِّكَ إِلَّا هُوَ وَمَا هِيَ إِلَّا ذِكْرَى لِلْبَشَرِ. (٣١)

31-) Biz, cehennemin görevlilerini ancak meleklerden kıldık. Onların sayısını inkâr edenler için bir imtihan vesilesi yaptık ki kendilerine kitap verilenler kesin olarak bilsinler, iman edenlerin imanı artsın, kendilerine kitap verilenler ve mü'minler şüpheye düşmesin, kalplerinde bir hastalık bulunanlar ile kâfirler, "Allah, örnek olarak bununla neyi anlatmak istedi" desinler. İşte böyle. Allah, dilediğini saptırır, dilediğini doğru yola iletir. Rabbinin ordularını ancak kendisi bilir. Bu, insanlar için ancak bir uyarıdır.

كَلَّا وَالْقَمَرِ. (٣٢)

32-) Hayır, (öğüt almazlar.) Aya,

وَاللَّيْلِ إِذْ أَدْبَرَ. (٣٣)

33-) Çekilip gittiğinde geceye,

وَالصُّبْحِ إِذَا أَسْفَرَ. (٣٤)

34-) Aydınlandığında sabaha andolsun ki,

إِنَّهَا لَإِحْدَى الْكُبَرِ. (٣٥)

35-) O (cehennem) uyarıcı olarak elbette en büyük bir şeydir.

نَذِيرًا لِلْبَشَرِ. (٣٦)

36-) İnsan için uyarıcı,

لِمَنْ شَاءَ مِنْكُمْ أَنْ يَتَقَدَّمَ أَوْ يَتَأَخَّرَ. (٣٧)

37-) İçinizden ileri geçmek yahut geri kalmak isteyenler için (uyarıcıdır).

كُلُّ نَفْسٍ بِمَا كَسَبَتْ رَهِينَةٌ. (٣٨)

38-) Herkes kazandığına karşılık bir rehindir.

إِلَّا أَصْحَابَ الْيَمِينِ. (٣٩)

39-) Ancak ahiret mutluluğuna eren kimseler başka.

فِي جَنَّاتٍ يَتَسَاءَلُونَ. (٤٠)

40-) Onlar cennetlerdedirler. Birbirlerine suçlular hakkında sorular sorarlar ve dönüp onlara şöyle derler: "Sizi Sekar'a (cehenneme) ne soktu?"

عَنِ الْمُجْرِمِينَ. (٤١)

41-) Onlar cennetlerdedirler. Birbirlerine suçlular hakkında sorular sorarlar ve dönüp onlara şöyle derler: "Sizi Sekar'a (cehenneme) ne soktu?"

مَا سَلَكَكُمْ فِي سَقَرَ. (٤٢)

42-) Onlar cennetlerdedirler. Birbirlerine suçlular hakkında sorular sorarlar ve dönüp onlara şöyle derler: "Sizi Sekar'a (cehenneme) ne soktu?"

قَالُوا لَمْ نَكُ مِنَ الْمُصَلِّينَ. (٤٣)

43-) Onlar şöyle derler: "Biz namaz kılanlardan değildik."

وَلَمْ نَكُ نُطْعِمُ الْمِسْكِينَ. (٤٤)

44-) "Yoksula yedirmezdik."

وَكُنَّا نَخُوضُ مَعَ الْخَائِضِينَ. (٤٥)

45-) "Batıla dalanlarla birlikte biz de dalardık."

وَكُنَّا نُكَذِّبُ بِيَوْمِ الدِّينِ. (٤٦)

46-) "Ceza gününü de yalanlıyorduk."

حَتَّى أَتَانَا الْيَقِينُ. (٤٧)

47-) "Nihayet ölüm bize gelip çattı."

فَمَا تَنْفَعُهُمْ شَفَاعَةُ الشَّافِعِينَ. (٤٨)

48-) Artık şefaatçilerin şefaati onlara fayda vermez.

فَمَا لَهُمْ عَنِ التَّذْكِرَةِ مُعْرِضِينَ. (٤٩)

49-) Böyle iken onlara ne oluyor da, öğütten yüz çeviriyorlar?

كَأَنَّهُمْ حُمُرٌ مُسْتَنْفِرَةٌ. (٥٠)

50-) Onlar sanki arslandan kaçan yaban eşekleridirler.

فَرَّتْ مِنْ قَسْوَرَةٍ. (٥١)

51-) Onlar sanki arslandan kaçan yaban eşekleridirler.

بَلْ يُرِيدُ كُلُّ امْرِئٍ مِنْهُمْ أَنْ يُؤْتَى صُحُفًا مُنَشَّرَةً. (٥٢)

52-) Hatta onlardan her bir kişi, kendisine açılmış sahifeler verilmesini istiyor.

كَلَّا بَلْ لَا يَخَافُونَ الْآخِرَةَ. (٥٣)

53-) Hayır, hayır! Onlar ahiretten korkmuyorlar.

كَلَّا إِنَّهُ تَذْكِرَةٌ. (٥٤)

54-) Hayır, düşündükleri gibi değil! Şüphesiz bu (Kur'an) bir uyarıdır.

فَمَنْ شَاءَ ذَكَرَهُ. (٥٥)

55-) Artık kim dilerse ondan öğüt alır.

وَمَا يَذْكُرُونَ إِلَّا أَنْ يَشَاءَ اللَّهُ هُوَ أَهْلُ التَّقْوَى وَأَهْلُ الْمَغْفِرَةِ. (٥٦)

56-) Bununla beraber, Allah dilemedikçe öğüt alamazlar. O takvaya (kendisine karşı gelmekten sakınılmaya) ehil olandır, bağışlamaya ehil olandır.

İlginizi çekebilir


Hakkında

© 2008 - 2022 Ferdi Korkmaz (eski adıyla kuransitesi.com) kişisel blog sitesidir. Tüm Hakları Saklıdır.